Akdamar
07:00 kalkış, yandaki Akdamar Restoranın tertemiz lavabolarında çamaşır yıkama, diş fırçalama vb. faslını takiben restoranda güzel bir sıcak mercimek çorbası, söğüş domates, salatalık, soğan ve çay ile kahvaltı sonrası üst geçitten yolun karşısındaki iskeleye gidip Akdamar için tekneye biniş şeklinde gerçekleşti sabah süreci.
Akdamar İskelesine yayaların girişinde tehlike arzeden bir durum ile ilgili gözlemimi belirtmek isterim ki bunu Akdamar'a çalışan teknelerin bağlı olduğu kooperatif yöneticilerine de bildirdim.
Bitlis-Van karayolu üzerinden giriş yapılıyor iskeleye. Girişteki merdivenler karayolu kenar çizgisine sadece 2-2.5 metre uzaklıkta ki karayolu da çok işlek. Bilhassa tırlar, kamyonlar. Hızlı da geçiyorlar. Bu kısımda yan tarafa park eden veya benim gibi yolun karşısına park edip üst geçitten geçerek göl tarafındaki girişe gelen kişiler, arabalar yoldan vızır vızır geçerken, yolun yanındaki dar koridordan yürüyerek girişe gelip merdivenlerden teknelerin olduğu iskele bölgesine iniyorlar. İnsanlar bu koridoru geçerken yola çıkabiliyorlar dalgınlıkla, bilhassa kalabalık iseler. Yolla bu dar koridoru bir bariyerle ayırmak gerek diye düşünüyorum. Diğer taraftan, geçen araçların rüzgar ivmesi bazen o kadar güçlü oluyor ki dengenizi korumakta zorlanıyorsunuz. Birinin başına birşey gelmeden, ki bilhassa çocuklardan çok çekiniyorum, buraya emniyeti sağlayacak bir çözüm mutlaka ivedi olarak bulunmalı ve uygulanmalı !..
Akdamar Adasına geçiş tekne ile kişi başına 35 lira. Adada ayrıca müze girişi için ücret ödüyorsunuz. Sanırım 65 lira. Lakin hemen hemen tüm müze ve ören yerlerinde olduğu gibi bir yıl geçerli 60 liralık (öğrenciye 30, 65 yaş üstü ücretsiz) müze kartla giriş yapabiliyorsunuz. Bu arada, bir tespitimi ve düşüncemi paylaşmak isterim, müze kart ile ilgili.
60 lira vererek aldığınız, bir yıl geçerli müze kart, ki ben yıllardır bu şekilde gezerim müze ve ören yerlerini, gerçekten çok ama çok iyi bir imkan sunuyor tarih ve arkeoloji seven, müze ve ören yerlerine gidenlere. Bu yerlere ayrıca sadece o günkü giriş için geçerli tekil bilet alarak da girebiliyorsunuz, ki bunların ücretleri yerine göre 15 liradan 120 liraya kadar değişiyor. Birçok yerdeki gözlemim, kişilerin, çoğunlukla 60 liradan daha fazla olan bu tekil giriş ücretini vererek girip gezdikleri. Müze kartın da satılabildiği (her yerde olmuyor) bu müze ve ören yerlerindeki görevliler de, hem ekonomik hem de sıra beklememe gibi pratiklik açısından birçok imkan sunan bu müze kartların alımını maalesef teşvik etmiyorlar. Müze kartını sadece bilenler alıp kullanıyor gibi bir resim ortaya çıkıyor. Dünyanın parasını ödeyerek giriş yapan bir aile cebi yandığı için bir daha müze ve ören yerine gitmekten imtina ediyor, ekonomik açıdan kendisine yük olacağı için bu güzelliklerden ve bilgi ediniminden mahrum bırakılıyor. Halbuki girişte kendisine 60 liralık müze kart teklif edilse hem o günkü gezisini belki daha ucuza yapacak, hem de bir yıl boyunca tüm Türkiye'deki müze ve ören yerlerinde aynı imkandan sınırsız yararlanacak. Sınırsız derken ekstra ücrete tabi birkaç yer var Türkiye'de; bildiğim kadarıyla Topkapı Sarayındaki harem dairesi, Aya İrini Kilisesi, Efes'teki mozaik evler ve Kapadokya'daki Karanlık Kilise gibi. Uzattım biliyorum, kusuruma bakmayın lütfen ama bilmiyorsanız bilin, bilmeyenlere de anlatın istedim. Teşekkürler...
Akdamar'a kısa sürede vardık. Zaten oldukça yakın kıyıya. Yüzülerek bile geçilebilir, şayet iyi bir yüzücü iseniz. 35 liradan da tasarruf etmiş olursunuz ;)
Akdamar Kilisesi
Akdamar Kilisesi, diğer isimleri ile Ahtamar, Surp Haç Kilisesi veya Kutsal Haç Katedrali, Kudüs'ten İran'a kaçırıldıktan sonra 7. yüzyılda Van yöresine getirildiği rivayet edilen Hakiki Haç'ın bir parçasını barındırmak maksadıyla Kral I. Gagik'in emriyle 915-921 yıllarında Mimar Manuel tarafından inşa edilmiş.
Mimari açıdan Ortaçağ Ermeni sanatının en parlak eserleri arasında sayılan kilise kızıl andezit taşından inşa edilmiş. Dış cephesi, alçak rölyef şeklinde işlenmiş zengin bitki ve hayvan motifleriyle ve Kutsal Kitap'tan alınma sahnelerle bezenmiş.
Kilisenin kuzeydoğusundaki şapel 1296-1336 tarihlerinde, batısındaki jamadun (cemaat evi) 1793 tarihinde, güneyindeki çan kulesi 18. yüzyıl sonlarında ilave edilmiş. Kuzeyindeki şapelin ise tarihi bilinmiyormuş.
Doğudaki birçok Ermeni anıtı ile birlikte Aktamar Kilisesinin de 1951'de Menderes hükümeti emriyle yıkımı kararlaştırılmış, 25 Haziran 1951'de başlatılan yıkım çalışması o dönemde genç bir gazeteci olan ve tesadüfen olaydan haberdar olan Yaşar Kemal'in müdahalesiyle durdurulmuş.
Onyıllar boyunca bakımsız olarak kalan kilise 2005-2007 döneminde Kültür ve Turizm Bakanlığı öncülüğünde, Türkiye Ermenileri ve komşu Ermenistan ile ilişkilerin geliştirilmesine yönelik bir adım olarak, 1.5 milyon dolar harcanarak restore edilmiş. Restorasyon çalışması bazı uluslararası kültür çevrelerinde "siyasi amaçlı" olarak tanımlanmış.
Kilise 29 Mart 2007 tarihinde müze olarak tekrar açılmış. Restorasyon çalışması sonrası, kilisede 19 Eylül 2010 tarihinde Türkiye Ermenileri Patrikliği Ruhani Meclisi Patrik Genel Vekili Başpiskopos Aram Ateşyan yönetiminde bir ayin düzenlenmiş ki bu 95 yıl aradan sonra burada düzenlenen ilk ayinmiş. 23 Ekim 2011'de Van'da meydana gelen depremde kilise hafif hasar görmüş, kubbesinde çatlak oluşurken, bazı cam ve seramikleri de kırılmış.
Kilisenin ana girişi olan batı cephesinde:
En üstte, İncil yazarı Aziz Matheus Matta, altındaki kiliseyi çevreleyen kuşakta çeşitli dünyevi sahneler (av, hayvanlar, güreşçiler, sarayla ilgili olaylar), sol ve sağ altta Serapimler (melekler), sol alt ortada Vaspuran Kralı I. Gagik'in kilisenin maketini Hz. isa'ya sunması, sağ altta Hz. İsa tasvir edilmiş. Bu cephede sonradan ilave edilen jamaton yapısı çoğu figürü örtmüş.
Mezarlığa bakan kuzey cephesinde:
Üstte, İncil yazarı Azix Markos, altında, soldan sağa sıra ile; Samson'un Filistinliyi öldürmesi, Adem ile Havva'nın yasak meyveyi yemesi, Havva'nın yılan tarafından kandırılması, üç atlı aziz, ateşe atılan üç İbrani genci, ve en sağda aslan indinde peygamber Daniel (Davud) sahneleri tasvir edilmiş. Bu cephede de sonradan ilave edilen yapı figürleri örtmüş.
Doğu cephesinde:
En üstte İncil yazarı Yuhanna (Ioannes Prodromos), ikinci sırada ortada Abbasi Halifesi Muktedir olduğu tahmin edilen figür, üçüncü sırada ortada Hz. Adem portresi, en alt sırada ise soldan sağa; Ermenilerin yol göstericisi Aziz Gregor/Krikor, Havari Thaddeus, Havari Bartholomeus, ve en sağda İlyas Peygamber, Aziz Thomas ve Tserafatlı dul kadın tasvir edilmiş.
Keşişlerin odalarının bulunduğu güney cephesinde ise:
En üstte İncil yazarı Lukas, altında tüm kiliseyi çevreleyen kuşakta çeşitli dünyevi sahneler, sol altın üstündeki madalyonlarda Aziz Martin Stephanos, Sophanias ve Osario, en alt sıra soldan sağa sıra ile; Hz. Yunus'un denize atılıp yunus balığı tarafından yutulması, Yunus peygamberi kıyıya bırakan balık ve Yunus peygamberin kurtuluşu, Yunus peygamber ve Ninive kralı bağdaş kurmuş vaziyette, İbrahim peygamberin İshak'ı kurban etme sahnesi ve gökten inen koç, Musa peygamber ve on emir, koltukta oturan Hz. İsa, Meryem ve kucağındaki çocuk İsa, Vaspurakan Prensi Hamazasp ile kardeşi Sahak, ve Davut ve Goliath'ın mücadelesi (*) ve solunda onları seyreden kavuklu bir Osmanlı sahneleri tasvir edilmiş.
Davut ve Goliath demişken, Sümer çivi tabletlerinden okunup ifşa edilen Gılgameş destanındaki Gılgameş ve dağda öldürdüğü canavar destanına ne kadar benziyor. Benziyor değil, tıpkısının aynısı. Sadece isimler değişmiş; Sümer Yaradılış ve Tufan destanlarında olduğu gibi. Bu noktadan çıkışla, İslam dahil İbrani dinlerin ve kutsal kitapları Tevrat, İncil ve Kuran'ın çıkış kaynağı, kökenlerinin mitolojik Sümer destanları olduğu çok açık şekilde görülüyor. Başlangıcını ise Filistin'den Babil'e sürülen yahudi rahipleri oluşturuyor, Babil'de duydukları, Sümerlerden gelen mitolojik efsaneleri yazdıkları Tevrat'a konu ediyorlar...
Kilisenin içindeki giriş salonunda bulunan, çerçeve içine alınmış bir taş panelde, 1 Haziran 1884'te Katılikos Rışdunikli Der Khaçadur'un, Katoliskosluk Sarayı ve Okulunun inşası sırasında destek veren II. Abdulhamit'e teşekkür kitabesi kazınmış. Girişin sağında ayrıca bir de su kuyusu var.
Kilisenin giriş salonundan sonra birkaç basamak merdivenle geçilen ibadet kısmındaki kubbe mimarisi ve duvar ve sütunlarında bulunan, hristiyanlık ile ilgili bazı sahneleri tasvir eden, ki çoğu silikleşmiş ve alt taraftakiler yok olmuş güzel freskler var dikkat çeken. İşte onlardan ilgimi çeken bazıları:
Bilhassa kilise dış duvarlarındaki rölyeflerde gördüğüm geriye ok atan atlı, ve pars, leopar, arslan, kaplan, kartal, koç gibi hayvan betimlemelerini gördükten sonra kilise ile ilgili düşüncelerim dalga boyutu değiştirmeye, bu kiliseyi yaptıran veya yapan Manuel Ustanın farklı kültürlerin, özellikle İskit-Saka kökenli bir kültürün etkisinde kaldığını düşünmeye başladım. Geçmişte biryerlerde de bu kilisenin hristiyan Kıpçak Türkleri tarafından yapıldığını bulguları ile birlikte destekli bir makaleden okumuştum. Ne dersiniz bilmem ama başka hiç bir Ermeni kilisesinde veya manastırında bu betimlemeleri göremezsiniz. Mutlaka bir anlamı ve kökeni olmalı...
Kilise incelememi bitirdikten sonra adanın doğu ucuna gidip çeşmesinde elimi yüzümü yıkadım. Bir ağacın gölgesine oturup sabahtan hazırladığım pekmezli soğuk kahvemi güzel manzaraya karşı birkaç kurabiye eşliğinde yudumladım.
Daha sonra iskeleye inerek kalkan ilk tekne ile Akdamar sahile döndüm.
Telefonumu şarj etmek için sabah çorba içtiğim Akdamar Restoranına tekrar uğradım. Şarj olayı devam ederken menülerine şöyle bir göz attım. Güzel yöresel şeyler var keşkek, ayran aşı gibi ama fiyatlar hemen her yerdeki gibi uçuk. Fiyat sorulmadan birşey alınıp, bir yere oturup birşeyler yemek içmek devri sona erdi sanırım. Yoksa sizi dumura uğratacak sürpriz bir fatura ile karşılaşmanız, yediklerinizinki ile birlikte başkalarının bulaşıklarını yıkamanız çok muhtemel. Aç olmamama rağmen sabah tanıştığımız, servisten kasaya birçok şeye bakarak arı gibi koşturup şevkle çalışan Tülay ile uzlaşarak yarım keşkek ile yarı fiyatına, daha doğrusu bir fiyatı yerine iki bardak açık ayranlarından sipariş ettim, sırf bu bölgenin keşkeği bizim Denizli Babadağ'ın keşkeği kadar güzel mi diye.
Van Başkaleli 18 yaşındaki Tülay liseyi bu sene bitirmiş. Üniversite sınavı çok iyi geçmiş, merakla bekliyorum sonucunu dedi. Hangi branşı düşünüyorsun diye sorunca tereddütsüz gastronomi dedi. Ödülleri varmış gastronomide. Siyabu adı verilen yerel kavurması bir yarışmada altın madalya almış. Ben de kendisine, gastronomi güzel ve alanında iyi isen revaçta olan, dil de öğrenirsen ki mutlaka öğren, dünyanın her yerinde çalışabileceğin bir alan, diğer taraftan da, hobin gibi severek yapacağın, seni mutlu eden bir mesleğin olsun ki mutlu olasın, keyifle işini yaparak para da kazanasın dedim.
Konu eğitime ve meslek seçimine gelince inanın içim acıyor, hem de pek çok... Kolay, akla ve bilime yatkın çözümlerle, işlerini severek verimli bir şekilde yapan mutlu vatandaşların olduğu bir ülke oluşturmak o kadar kolay ki. Tarım ve hayvancılıktan, turizme, sanayiden teknolojiye öyle yanlış şeyler yapıyoruz ki havanda su dövmek, mehter marşımız gibi iki ileri bir geri değil, iki hatta üç geri gitmek gibi.
Gelişmiş bir ülke, vatandaşlarının çocukluktan itibaren ilgi ve yeteneklerini takip ederek onları kendileri için en doğru mesleğe yönlendiren, işlerini yaparken keyif alan, motive olup keyif aldığı için de verimli çalışıp kaliteli işler üreten, yaptığı işi hakkını vererek yapan ve hakkını alan insanların yaşadığı ülkedir. Biz bu kategoriye girebilir miyiz? İç çamaşırımız gibi eğitim ve öğretim sistemimizi ikide bir değiştirmek yerine, ezbere değil, kan emici emperyallerin istekleri doğrultusunda kapatılan zamanın köy enstitüleri gibi yaparak, üreterek öğrenmeye dayalı, bahsini ettiğim kalıcı bir eğitim sistemimiz olmadan asla. Dışa bağımlı ve güdümlü bu politik ve ekonomik sistem, ve hıyanet ve gaflet içinde olan hainler oldukça asla !..
Keşkeği ise mutfakta çalışan ablası Fehime yapmış. İçindeki haşlanmış et parçaları cömertçe kullanılmış ve yumuşak, keşkek ise bütününde oldukça kıvamında ve lezzetli idi. Tandır pidesi ile afiyetle yedim ve Tülay'a teşekkür ederek Akdamar'dan ayrıldım
Gevaş
Gevaş Selçuklu Mezarlığı
Akdamar dönüşü iskelenin kooperatif binasında dün akşam tanıştığım arkadaşlar ile sohbet edip karpuzlarını yiyip çaylarını içerken Datça'dan fotoğrafçı ustam, sarrafım, hemşehrim Fahrettin (Şankaynağı) aradı, yazdıklarını keyifle okuyorum, aynen devam diye. Akdamar'da olduğumu öğrenmiş bloğumdan ve beni hemen yakında yolumun üzerindeki Gevaş Selçuklu Mezarlığını mutlaka görmem konusunda aramış. Gevaş Selçuklu Mezarlığı yol planımda işaretlediklerim arasında yoktu ama planımda olmayan, Tunceli'deki Rabat Vadisi gibi spontane ve yerel tavsiye ile gittiğim ve iyi ki gelmişim dediğim o kadar çok güzel yer oldu ki, Sarrafım Ustam Fahrettin Kardeşimin değerli tavsiyesine mi uymayacağım.
Uydum Fahrettin kardeşimin tavsiyesine ve geldim hemen 7 km doğudaki mezarlığa şıp diye.
Birinci derece arkeolojik sit alanı olan Selçuklu Mezarlığı küçücük, Ahlat'ınki ile asla kıyaslanamaz, hem de her açıdan.
Her açıdan derken, bir kere çok küçük. Ahlat'ta onbine yakın mezar varken, burada sadece birkaç yüz. Ahlat çok bakımlı iken, Gevaş'ınki ot bürümüş, her yeri diken, gezilmiyor.
Ayakkbabı ve pantalonum hep yapışkan, kolay çıkmayan dikenlerle doldu. Onları temizleyeyim derken oturduğum ahşap platform da reçineliymiş, Columbia pantalonum mafoldu, bir yerlerden tiner bulup temizlemem gerek.
Kısa bir ahşap yürüyüş platformu yapmışlar, onun da her yeri sallanıyor, insan ayağını burkup kıracak. Mezar taşları da bakımsız, çoğu yıkılmış. Artık daha fazla saymayayım. Ben sadece gözlemlediklerimi yazdım, Ahlat'ınki ile kıyaslayarak. Lakin, bölgede iseniz mutlaka görülmeli. Fahrettin kardeşime çok teşekkür ediyorum tavsiyesi için. İyi ki durup görmüşüm.
Bu arada, Selçuklu Mezarlığı, Gevaş Vakıflar Müdürlüğü uhdesindeymiş. Dikkatlerini çekmek gerek bu hususlara...
Halime Hatun Kümbeti
Mezarlığın içinde Halime Hatun Kümbeti de var. Selçuklu Mezarlığı'nın doğu tarafında yer alan kümbetin giriş kapısı üzerindeki kitabesine göre Melik İzzeddin tarafından 1335 tarihinde, kızı Halime Hatun için yaptırılmış. Ustası Ahlatlı Pehlivan oğlu Esed imiş.
Arkasında, yakın zamana kadar karlı olan Artos dağı var.
İki katlı inşa edilmiş kümbetin cenazeliği kare planlı, doğudaki kapısına merdivenle iniliyor. Köşeleri pahlanmış kare kaide üzerine onikigen gövdeli olarak yapılmış. Üstten piramidal bir külahla örtülmüş kümbet, düzgün kesme taş malzeme ile inşa edilmiş. Tüm cephelerde şeritler halinde ve madalyonlar şeklinde bitkisel, geometrik ve yazılardan oluşan süslemeler var.
Hemen yanındaki mezarlardan birinin yanında ise bu yörede sık rastlanan, başı kırılmış koçlu bir mezar taşı var. Sanırım koç...
Bu arada, koyun ve koç, tarihte bilinen ilk Türk devletini kuran Hunların ardılları olan Karakoyunlu ve Akkoyunlu Devletlerinin de ongunu, yani kutsal hayvanı olarak bilinmektedir. Koç başlı mezar taşları da kadim Türklerin taş baba yani balbal geleneğinin bir parçası olarak bu topraklarda hüküm süren Türk boylarının kültürel bir simgesi olarak varlığını sürdüregelmiştir.
Kümbet çok güzel ama hemen yanında 4-5 katlı binalar var. 15 Temmuz Anadolu Lisesi'nin binaları imiş !..
Kümbetin dibine kadar gelinmese iyi olurmuş ama bu konularda çok duyarsızız maalesef, Muş Ulu Cami'nin dibine yapılan 8-9 katlı TOKİ konutları gibi.
İzzettinşir Camii ve Medresesi
Mezarlığın biraz üzerindeki mahalle içinde bulunan Cami bir Selçuklu eseri imiş.
1257 yılında zamanın Hakkari bölge beyi olan Melik İzzettinşir düz kesme taş ile yaptırmış. Cami kare planlı bir yapı ile buna bitişik, girişteki açık avlusunun etrafında bulunan yedi odalı bir medrese vazifesi de görmüş. Kapısındaki kitabesi şu şekilde:
"Muhakkak yüksek şana sahip olan Abdullah Han tarafından bina edilmiştir bir han olup öğrencilerin eğitim göreceği bir medresedir. Bu yapıyı yapmaya başladığı zaman şöyle dedi: Ya Rabbi ! Ben sana bu medreseyi yaptım, onu mübarek kıl ve bilenler için bir menfaat eyle".
Camiden çıkıp aşağıya doğru inerken reçine olan, arabanın koltuğuna bulaşmasın diye poşet koyarak oturduğum pantolonumu değiştirmek için bir bahçenin yanında durdum ve pantolonumu değiştirdim. Bu arada bahçesindeki kiraz ağacında kalan son kirazları elindeki tırmıkla toplamaya çalışan birini gördüm. Selamlaştık. Behçet Bey, kışları Van'da, yazları ise Gevaş'ta kalıyormuş.
Topladığı erik gibi büyük ve lezzetli kirazlardan bana ikram etti. Büyük, sulu, tatlı ve çok lezzetliydiler. Teşekkür ettim ve vedalaşarak ayrıldım.
Gevaş sonrası Van yolunda birkaç komik şey dikkatimi çekti ama durup fotoğraflamadım maalesef. Birisi yolun kenarına yapılmış Naif Ağa Camisi. Kocaman da bir levha koymuşlar. Cami dediysek, 21. yüzyıl mimari şahaseri. Mimar Sinan halt etmiş yanında. Öyle ihtişamlı bir cami ki, boyutları 3x3m, yüksekliği de 3. Dört minik minaresi var dört köşesinde. Maşallah, padişahların yaptırdığı selatin camileri gibi. Reyizin cemaati bulunmayan Çamlıca Camii ile aynı sınıfa giriyor. Lakin biri ekonomik, diğeri akıllara zarar; e-komik...
Beni güldüren bir diğer şey de Vizontele filminin çekimlerinin yapıldığı Gevaş'ın Çiçekli'sindeki Vizontele AVM yazan büyük bir tabelası olan küçük bir market idi. Tam vizontelelik. Dabi Dabi dabi...
Edremit
Van'ın sayfiye yeri görünümündeki beldesi Edremit, göl kenarında gerçekten çok şirin bir yer.
Halk plajı, göl kenarındaki piknik ve mesire alanları, merkez sahildeki kafe, restoran, pastane vb. yerleri ile gece geç saatlere kadar herkes dışarılarda, hareketli, cıvıl cıvıl. Bayram tatilinde olunması da ayrı bir hareketlilik katmış olmalı.
Ki öyle yaptım... Artemit'te geceleyip, Tunceli Rabat Vadisinde gördüğüm ve tırmandığım gibi kayalara deldikleri tünel merdivenlerle kayaların üzerine yaptıkları kalelerine çıkan Urartuları hissetmeye çalıştım tüm benliğimle...
~©~
0 Yorumlar