Giresun Botanik Bahçesinde gecelediğim gecenin sabahında 08:00 gibi uyandım ve 10:00'da arkadaşımla buluştuk. Kaleye çıkıp çaybahçesinde hasret giderip sohbet ettikten sonra Giresun Belediyesi Sosyal Tesislerinde geçen günkü menüyü, bu sefer çorbasını şalgam (karalahana) yerine ısırgan otu yağlacı olarak değiştirip öğle yemeğimizi yedik. Giresun'a özgü, her yerde hepsini bir arada bulmanın mümkün olmadığı bu sağlıklı menü gerçekten çok özel ve lezzetli. Gideceklere tavsiye ederim...
Daha sonra yolumu tekrar Dereli üzerinden Kümbet Yaylasına çevirdim ve Dereli'deki çiğköftecide durup geçtiğimiz iki günde sorup da yiyemediğim o Hamsiköy sütlacını sonunda yedim. Ayrıca, geçen gün mısır ekmeğini alıp çok beğendiğim fırına gidip bir mısır ekmeği daha aldım ve yeşile boyanmış tepeleri dumanlı dağların arasından 1600 küsur rakımlı Kümbet'e doğru devam ettim.
Kümbet Yaylası
Aşağılardan, Kümbet - Kuzalan kavşağından itibaren her yeri sis basmıştı. Pek bir şey seçilip görülemiyordu.
Çifteolukta, çift oluklu çeşmenin buz gibi suyundan içip sularımı tazeledim. Biraz açılan sisten etrafın tamamen heybetli karaçamlarla dolu olduğunu gördüm.
Hemen yukarıdaki Kümbet merkeze çıkıp aracımı Üçyol kavşağında uygun bir yere park ettikten sonra sisin içinde birkaç km yukarıdaki Kümbet Şenlik alanına doğru yürüdüm. Dönüşümde evlerinin önüne oturmuş iki abla gördüm ve selamlaştık. Klasik nereden geliyor, nereye gidiyorsun muhabbeti başlayınca yanlarına oturup blraz sohbet ettim. 64 yaşındaki Fatma Abla ve genç gösteren 75 yaşındaki Sevim Abla kışları Giresun, yazları da Kümbet'te kalıyorlarmış. Giresun'un yerlisi hemen herkesin olduğu üzere ikisi de benim gibi Çepni imiş. Sevim Ablanın üçü kendisinden altısı da beyinin daha önceki evliliğinden olmak üzere dokuz çocuğu, sayısını veremediği kadar torunu varmış. Konuşkan ve neşeli ablaların misafirleri gelince izin isteyip ayrıldım.
Üçlü kavşak civarındaki birkaç esnafın güzel peynirlerinden tadımlık yaptıktan sonra kavşağın girişinde bulunan, "Kaya Dayının Yeri Otel ve Kahvehane" tabelalı yere girdim. Bu tam bir yayla kahvesi niteliğindeki, içeride varilden bozma sobası gürül gürül yanan yere girip bir çay içtim ki onun da parasını almadı Fahrettin.
Bu arada, 9 yaşındaki kızı ile tanıştık Fahrettin'in. Adı Nursena. Cıvıl cıvıl, r'leri y olarak telaffuz eden şeker bir kız. Konuşmasını bazen bebek konuşmasına çeviriyor. İsminin anlamını sordum, "nur" aydınlık, ışık demek, peki sena ne anlamı geliyor biliyor musun diye sorarak. Cık dedi hayır anlamında. Ben daha demeden o dedi Google Amca'ya soralım diye. Sorduk, övgü, övgüye layık demekmiş sena. O zaman dedim ki bak senin isminin anlamı övgüye layık ışıklı, nur gibi kişi demek. Sevindi ve güldü gevrek gevrek...
Dedim ki ona, bak Nursena sana birkaç tavsiyem olsun, biiir, hiç hemen büyümek isteme, çocukluğunun, her anın tadını çıkar, nasılsa büyüyecek, inşallah 100 yaşına kadar yaşayacaksın ama ileride geriye, örneğin çocukluğunun bu güzel günlerine asla dönemeyeceksin. Onun için okulda derslerim, ödevlerim, sınavlarım, evde anne babanın şunu yapma, bunu yap telkinlerinden bıkıp, ah bir büyüsem de kurtulsam bunlardan deme. Hemen büyümek istiyor musun diye sordum. Yok istemiyoyum dedi . Niye diye sorunca da cevabı yapıştırdı; şimdi oyuncaklayım vay, annem babam da istediğim yeni oyuncağı alıyoylay dedi. Ah şu çocuklar, hepsi bir başka, hepsi harika; ruhu huzur bulsun, Aziz Nesin'in dediği gibi...
Nursena'ya tavsiyelerim ikiii, üç diye devam etti ama onları pek dinlemedi sanırım, ikide bir sözümü kesip alakasız başka şeylerden bahsetti.
Melekleri sordu bana örneğin, Kuran kursunda aldığı notların bulunduğu çalışma defterini getirerek notlarını gösterip. Azrail, Cebrail, İsrafil, Mikail vb. yazmış deftere. Biliyoy musun, dedi, bizim koltuklayımızın altında biyey melek vaymış, ne yapyoy onlay diye de sordu. Ben de, onlardan solda olan melek günahlarını, sağda olanı ise yaptığın iyi şeyleri yazıyormuş defterlerine, sen öldükten sonra hesap vermen için, günahın mı fazla cehennemde yanasın, yoksa sevabın mı fazla cennete gideysun diye dlyorlar ama asla inanma, yok öyle bir şey dedim. Ve dinleri anlatmaya çalıştım ama kafası pek almadı. Daha erken blraz daha büyü de ben sana gelip anlatayım o zaman yaradılışı, tanrıyı, dinleri, peygamberleri ve kutsal kitapları dedim.
Yıldızları sordu bana, öğyetmenim yıldızlay hakkında, hey ölen kişi için yeni biy yıldız doğay ve ışılday gökyüzünde diyoy, doğyu mu diye. Ben de, yok öyle bir şey deyip yıldızları, güneşi, güneş sistemini, gezegenleri, uydularını vb. anlattım. Bunlardan milyarcasının ucu bucağının ne kadar olduğu bilinmeyen evrende olduğunu ve kainatı anlatmaya başlayınca kafası karıştı ve yayın pikniğimiz vay arkadaşlayla gidip ona hazıylanayım deyip bana hazırladığı, içinde yok yok olan kocaman bir pikniğe götürülecekler listesini gösterip annesine gitti...
Fahrettin'in kahvesinde sıcacık sobanın yanında mısır ekmeği, basma peynir, domates, salatalık, kapya biber, portakal suyu ve çaydan oluşan akşam yemeğimi yedikten sonra şifayı kapmış boğazımı yumuşatmak için kendime ballı limon yaptım kaynar su ile. Sıcak sobanın karşısına da oturup keyifle gezi notlarımı düzenledim. Saat 24:00 olunca da yerini değiştirip hemen karşısına çektiğim arabama yatmaya gittim.
O da ne, sis çekilmiş, daha aşağılara vadilere çökmüş ama gökyüzü ve yıldızlar pırıl pırıl. Çok şanslıyım, yarın hava çok güzel olacak deyip aracıma girip yattım...
~©~
2 Yorumlar
Harika. Biz de orada bir kahvehaneye girmiştik. Orada basma peynir ve sıcak yufka ekmeği yimiş ve çay içmiştik. Herhalde orası olmalı.
YanıtlaSilOlabilir... Bahsettiğim yer Kümbet merkeze girişte, sağda çeşmeden hemen sonra, yukarıdaki şenliklerin yapıldığı yaylaya çıkan kavşaktan önceki, bir ailenin işlettiği mekan. Önünde peynir vb. de satıyorlar.
SilSağlıcakla...