Translate / Übersetzen / Traducir / 翻译

Sis Dağı Şenliği, Alaca Yaylası ...

Sis Dağında buz gibi havada çift polar ve yün çorap destekli, uyku tulumu içinde güzel bir uyku sonrası 08:00'de uyandım. Güneş var ama hava hala soğuk. Bir saat kadar sonra ise yakıcı derecede sıcak oldu. Havası enteresan buraların. Geceleri dondururken gündüzleri yakıyor.

Sis Dağında, adı üzerine sis eksik olmuyor. Bir geliyor, bir gidiyor.

Kuzeydeki kayalık yamaca bakan derin vadi ise hemen hemen sürekli duman, yani sis dolu. Şansıma bu vadideki sis de 15:00-16:00 gibi temizlendi ve harika bir manzara ortaya çıktı.



Gece bomboş olan yayla pazarı sabah kalktığımda tamamen dolmuştu. Demek ben uyurken pazarcılar gelmiş, sabaha kadar çalışıp sergilerini kurmuşlardı. Ziyaretçiler de akın akın geliyordu aşağıdan doğru. Arabamı geceden çıkışı kolay olacak, sağlam ve stratejik bir yere park ettiğim için içim rahattı çünkü gelenler eğer tepelerdeki çayırlara doğru gitmezlerse pazarın çevresinde park problemi yaşıyorlardı, ki trafik zaman zaman arap saçına döndü.

Kahvaltı sonrası şöyle tepelere doğru yürüdüm ve rengarenk minik çiçeklerin harika fotoğraflarını çektim.

            

            

            

            

            

            

Yaylalar da binbir renkli çiçekleri ile bir başka güzel. Hepsi Yaradandan, o yüce tekillikten bir parça, kainattaki her şeyde olduğu gibi.



Şenlik programı ve horonlar, Ağasar Otçusunun tepeden aşağıya horon teperek inmesiyle 10:00 gibi başladı.



Arkasından da akşam 18:00'e kadar şarkılı türkülü ama mutlaka horonlu bir program devam etti. Kadırgadaki gibi burada da şenliğe gelen akepeli ve mehepeli siyasetçi ve bürokratlara methiyeler düzüldü, tereyağlı tarafından hediyeler takdim edildi. Hatta bir ara sunucu dünya lideri böyyük reyizi taklit ederek sanki reyiz Sis Dağına gelmiş gibi konuştu. Siyaset, bilhassa iktidarın siyaseti bu gibi toplu etkinlikleri her zaman kullanışlı bulmuş, propoganda makinesinin makineli tüfeğini kusturmuştur halkın üzerine. Bakalım, gün doğmadan neler doğacak bu alemde. Güneşli güzel günler gelecek elbet...

Bir süre şenlik şarkı ve türkülerinin sunulduğu platformun orada çimlere oturup Karadeniz havalarının eşliğinde etrafımızda dönerek horon tepenleri izledim keyifle.



Yıkama yağlama faslı ara ara devam ediyor, yeter artık diyecek hadde ulaşmıyor değildi. Yeterli derecede yıkanıp yağlanınca kalkıp yaylada turlamaya devam ettim. Lakin hoperlörlerden tüm yaylayı, hatta Ağasar'ı inleten anons ve şarkı ve türkülerden kulaklarına tıkaç da taksan kurtulmak mümkün değil.

Kuzey taraftaki vadiye bakan sarp kayalıklı uçurumların kenarına gidip bir tarafta yayla çayırlarında piknik yapıp şenliğin tadını çıkaranların, diğer tarafta derin vadinin ötesindeki yamaçlara, ormanların ortasına serpiştirilmiş köylerin oluşturduğu güzel manzaranın tadını çıkardım, sis izin verdikçe.



Daha tepedeki uçuruma bakan kayalıklara da gidip kayaların üzerine uzandım ve vadinin derinlerine daldım gittim, doğanın harikulade güzelliğinin kucağına kendimi bırakarak. İşte hayat, yaşamak bu dedim coşku ile içimden ve şükür ettim bu anı yaşayabildiğim için. Uzun yıllardır gelip görmek istediğim Çepni Yurdu Şalpazarı Ağasar'ın yemyeşil doğasının ve güzel insanlarının arasındayım. Daha ne isteyeyim?..



Bu arada, uzanıp yattığım kayalıkların dibinde dört orta yaşlı arkadaşın yörenin şivesiyle tatlı tatlı birbirlerine takıldıklarına ister istemez kulak misafiri oluyor, keyfim katlandıkça katlanıyordu, normal konuşmalarının içinde doğal olarak yer alan ince karadeniz esprilerini işittikçe.



Diğer üçü horon tepmeye gidince biraz daha abice duran Hamdi Abi ile tanıştık. Hepsi de Şalpazarlı imiş. Biri hariç üçü de emekli. Bir arabaya doluşmuş hafta sonunu Cumadan başlayan Kadırga, Sis Dağı, Alaca Yaylaları Çepni Şenliklerinde değerlendirmeye karar verip gelmişler. Arabada uyuyorlarmış benim gibi.

Hamdi Abi ile sohbet ederken kendisine Şalpazarı Çepni Ağasar Üçlüsünün sonuncusu olan Alaca Yaylası Şenliğine gidip gitmemeye karar veremediğimi söyleyip, gitmeye deyip deymeyeceğini sordum. Hamdi Abi de, buradan, Sis Dağından sonra Alaca'ya geçip orada geceleyeceklerini, Alaca Yaylasında obalarının olduğunu, istersem kendileri ile gelebileceğimi söyledi. Böylece ben de Alaca'ya da gidip Çepni Üçlüsünü tamamlamaya karar vermiş oldum.




Sis Dağından ayrıldıktan sonra Alaca öncesi Acısu'ya inip alışveriş yapacaklarını, benim Acısu'ya gitmemin gereksiz olduğunu söyledi Hamdi Abi. 18:00 gibi aşağıda Şıhkıranı'nda buluşup oradan Alaca'ya birlikte gidelim diye anlaştık.



Hamdi Abilerden ayrılıp yayla turumu tamamladıktan sonra şenlik platformundaki şarkılı türkülü programa ve horon tepenlere biraz takıldım.



Çepni yurdu olan Şalpazarı kadınlarının yerel giysilerinden ve özelliklerinden dün bahsetmiştim. Göz alıcı, rengarenk Şalpazarlılardan birkaç kare daha paylaşmadan olmaz...




            


Daha sonra dün çorba ve çay içtiğim lokanta ve çayevine gidip çay eşliğinde sütlaç ısmarladım kendime. Bu arada, bu yayla şenliklerinde öyle oturup yemek yemeye gerek kalmıyor. Pazarcıların tadımlık olarak ikram ettikleri mis gibi Kürtün ekmeği, peynir, köme, kara yemiş vb. ile karın doyuyor zaten ;)

Çay Ocağında telefonumu şarj ettikten sonra 17:30 gibi ayrıldım Sisdağı'ndan, ama buluşmak için anlaştığımız Şıhkıranı'nı geçip Alaca Yaylası kavşağının birkaç km ötesindeki Sazalanı'na varmışım fark etmeden. Hamdi Abiyi arayıp Sazalanı'nda olduğumu söyledim. Bir yarım saat sonra onlar da geldiler. Birkaç çay içip Alaca Yaylasına doğru yola çıktık hep birlikte. Dörtlüden Trabzon Belediyesi Su İşlerinde usta olarak çalışan, çocukluk ve gençliğinde bu yayla ve çevresinde çobanlık yapmış Büyük Ali'yi benim arabaya aldım yoldaşlık etmesi için.

Direkt olarak yayladaki Muhçuoğlu Restoran ve Fırınına gidip karınlarını doyurmak istedi bizim Çepni Dörtlüsü. Ben de onlara iştirak ettim ve kelle paça çorbası ile kavurma sipariş ettim kendime. Kuzine başında yemeklerimizi yiyip çayımızı içtikten ve mis gibi kocaman Trabzon ekmeklerinin fırından çıkışını seyrettikten sonra gecelemek için tekrar biraz aşağıdaki Alıtaşı obasının oraya indik.

Alıtaşı obasının yanısıra Kahveyanı, Kıranyurdu, Yalakyurt, Sağaş vb. gibi hepsi Şalpazarı Ağasar'dan toplam 27 oba varmış Alaca Yaylasında.

Arabalarımızı geceleyeceğimiz akrabalarının evinin önüne park ettikten sonra biraz ötede kocaman bir kamp ateşi yaktık, Büyük Ali'nin hemen yanıbaşımızdaki doruk ormanından getirdiği odun, çalı ve çırpı ile.

60 yaşındaymış Büyük Ali. Çocuk ve gençliğinde buralarda çobanlık yapmış. Başından geçen kurt ve ayı hikayelerini anlattı uzun uzun. Birisi şöyle: 14 yaşındaymış. Gündüz vakti koyunlarını güderken yandaki hendeğe gizlenmiş kurt koyunlardan birini kapmış götürüyormuş. 14'lü tabancası ve dolu bir şarjörü varmış yanında. Kurta sıkıyor sıkıyor tutturamıyormuş. Bir ara bir hendekten geçerken kurt koyunu düşürmüş ağzından. Birkaç el daha sıkıp kurtu uzaklaştırırken ölmek üzere olan koyunu mundar olmasın diye kesmiş ve sırtlayıp dönmeye başlamış. Aç kurt ise peşini bırakmıyor ve avını geri istiyor, saldırgan bir şekilde takip ediyor, bir hatasını kolluyormuş Ali'nin. Koyunu bıraksa kurt koyunu alıp gidecek, kendisine bulaşmayacak ama bırakmamış da koyunu Ali. Şarjöründeki son kurşunu tükettikten sonra bir ağaca sırtını dayayıp elinde bir sopa ile sırtındaki koyunu almaya çalışan kurta karşı korumaya çalışmış kendisini Ali. O sıra köylüleri yetişip kurdu uzaklaştırmışlar da Ali de, kesip kurda kurban etmediği koyun da kurtulmuş.

Gece olduğu için pek birşey göremiyorum ama etrafımız çam ve doruk ormanı ile çevrili. 15-20 gün sonra tirmit, keçi sırtı, gelin parmağı mantarı olurmuş buralarda. Kilosu 250-300 lira eden değerli bir mantarmış. Bütün ormanlar onları toplamak için gelenlerle dolarmış.

Sohbet koyulaştı ama uyku da yavaş yavaş bastırmaya başladı. Diğerleri yatmaya gittiler. Biz de Ali ile ateş başında biraz daha sohbet ettikten sonra yatmaya gittik. Sabah 04:30'a kadar güzel bir uyku çektim...

~ © ~

Yorum Gönder

0 Yorumlar